İstanbul’da yaşayanlar bilir. Eskiden karnın acıktığında, ya da sofranda yemek olmadığında bir kilo hamsi her şeyi hallederdi.

Ama gel gör ki, bu sene hamsi oltaya gelmiyor. İnanırmısınız hamsinin kilosu 300 lira. Haydi bakalım şimdi siz söyleyin balık oltaya geliyor mu, gelmiyor mu.

Eskiden balık fakirin karnını doyurduğu bir besindi. Hele İstanbul’a yeni gelmişlere hep söylenen bir söz vardı. Taşı toprağı altın olan bu devasa metropolde, hiçbir şey bulmazsan balık seni aç koymaz diye. Şimdilerde bunu söylemek akla ziyan bir şey. 

Bu sezon balığın bol olacağı ve insanların ucuza tıka basa balık yiyecekleri söyleniyordu. Nerde ucuz balık, Allah aşkına. Palamut tane 100-150 lira bandında seyrediyor. İstavrit de 200 lira. Diğer balık cinslerine yaklaşmak ateşten gömlek. 

Fakir fukaranın en büyük rızkı eskiden balıktı. Alırdın hamsiyi 10-15, istavriti de aynı fiyata. Palamut da yer yer bunlardan geri kalmıyordu. Ama şimdilerde balık tezgahlarına yaklaşmak cep yakar gibi. Yani demem o ki, artık balık fakir fukaranın değil, obur zenginin. Obur zengin diyorum, çünkü onların bir eli yağda, bir eli balda. Tabi ki balık da onların sofrasında. Fakir fukara ancak balığın kokusuyla avunur durur.

Bugün Kadıköy Pazarı’nda turlarken, aklımda hamsi almak vardı. O da ne göreyim kilosu 300 lira. Yutkundum, belki yanlış gördüm diye. Üstüne üstlük fiyatını sorunca neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Evet yanlış görmemişim tamı tamına minik minik hamsinin kilosu yukarda yazdığım gibi. 300 liracık. Belki başka tezgahlarda ucuzuna rastlarım diye turlamalarıma devam ettim, ama gözüm de fiyatlarda. Yok, vallahi de billahi de dediğim gibi fiyat aynı. E ne yapacak bu emekli maaşıyla geçinen fakir, gerisin geriye pazardan bir hışımla kaçıverdim. 

Şimdi bana kızacağınızı tahmin ediyorum. Yahu kardeşim bizim buralarda millet ekmek bulamıyor, sen kalkmış balık fiyatlarından söz ediyorsun diye. Ne yapayım, bu da bir balık yiyememenin isyanı dersem anlamışsınızdır beni her halde. Tam da mevsimi biliyor musunuz, insanın canı öyle bir çekiyor ki mereti sormayın gitsin. 

Fakir-fukara-emekli-dul ve yetim ses çıkarmıyor. Şükür etmek öğretilmiş ona. Tamam şükretmek belki manevi anlamda insanın ruhuna iyi gelebilir ama sorgulamaktan ve ses çıkarmaktan da vazgeçmemek lazım. 12.500 lira emekli maaşı alan bir vatandaşı düşünün, balık alamaz, et alamaz, sebze ve meyve alamaz, e ne alacak her halde şükür ile karnını doyuracak. 

Geçenlerde Diyarbakır’da bir bardak çayın fiyatının 17 lira olduğunu okumuştum. Hadi bakalım çay içmek de gitti mi elden. Eskiden bir oturuşta 4-5 bardak çay içen Diyarbakırlı hemşerim, iç bakalım kaçak demli çayı içebilirsen. Vallahi durum vahim, anlayan anladı her halde. Ama anlayıp da anlamamazlıktan gelenler asıl mesele. Onların tuzu kuru diye söylemeyin sakın. Asıl sorunlu olan onlar, cebinde beş parası yok ama mangalda kül bırakmaz misali başlar oradan buradan dem vurmaya. Örtmeye çalışacak açlığı, sefaleti. Asıl sefil kendisi olmasına rağmen.

Diyarbakır’da lokantalarda yemek fiyatları nasıl diye sorsam ne diyeceğinizi merek ediyorum. Vallahi işin yalancısıyım. Geçenlerde kadim toprağımdan dönen bir arkadaşla sohbet ederken, önüme koyduğu fiyatları duyunca, ‘’Yok canım o kadar da değil’’ dememe kalmadan bedelini ödediği yemek fişini atmamış, çıkarıp göstermişti. İki kişinin ödediği kebap parası tamı tamına bin 270 lira. Vay be dedim demesine, yutkunmadan da edememiştim. O güzelim Diyarbakır kebabını gittiğimde artık yiyemeyeceğime üzüldüm ama elden ne gelir. Ortalıkta şükür edenler oldukça, değil kebap yemek bu gidişle çorba dahi içemeyecekler olacak.

Ben de fakir fukaranın derdine derman olacağıma, başladım size dert yüklemeye. Neyse fazla da üzülmenize gönlüm razı gelmiyor. Ama sizden de bir ricam var. Sürekli her şeyi allayıp pullayıp önümüze güllük gülistanlık tablo koyanlara seslenmeniz.
İyi okumalar.