Kıymetli okurlar sizlere henüz okumamış olanlar için daha önce yayınlanmış olan “Diyarbakır Kızı İrma ve Sarıpişo” adlı anı romanımdan eğlenceli bir bölüm sunayım. İki bin adet basılan kitabımın birinci baskısını sadece sosyal medyadan tanıyanlar aldı. Bir yılda dağıtımcı yayınevlerine vermeden hepsi PTT kargo ile kendim gönderdim.  Yayıncılar inanamadılar. Kargo makbuzları bir dosyada saklıyordum, görünce inandılar. İkinci baskısı yayınlanacak olan kitabım çıkınca siz dostlarıma haber veririm.

Cuma günü hariç her gün Bir gün Hevsel bahçesinde birgünGazi köşkünde içki içen babamı Ninem “Adam etmek” için bir dini sohbet toplantısına zorla gönderdi. 1968 yılında Aynı gecede irticacı diye yasadışı olan eve baskın yapan sıkıyönetime bağlı askerler babamla beraber onlarca kişiyi  tutukladılar. Babamın yanındaydım, o evden herkes çıkarılınca, o götürülünce kayboldum. Çocukken Hasanpaşa hanı arkası marangozlar çarşısı civarında kayboluş hatıram. Umarım biraz gülümser günün stresini atarsınız. Aslında o gün yaşananlar günümüze tam bir demokrasi mesajıydı. Bilmiyorum bana hak verir misiniz? 

Sarıpişo ağlayarak minik masaların yığılı kürsülerle, kız çocukları için hazırlanan tahta beşiklerin olduğu marangozlar çarşısından geçti. Puşici ustalarının kullandığı masuraları, makaraları, köylü kavalı, zurnası, billuru, payton topları, tahta havanlar, yapan Billurcu Nişo adıyla anılan oymacı ustası Marangoz Dikran Nişan Usta’nın dükkânının önünden geçip, tekrar Gazi caddesine çıktı. Gecenin köründe karşılıklı uzun uzun öten bekçi düdüğünü duydu. Yetmiş iki odası, cadde üstündeki on yedi dükkânı olan Hasanpaşa hanının önünde tur atan kahverengi üniformalı gece bekçisi onu gördü. ‘’Ula bu sahatte ne yapisan. Ortalıh zeten karışıh. Yoksa kayboldun? ‘’ Sarıpişo ağlayarak derdini anlatınca Bekçi bir şey anlamadı.  Çarşı karakolu komiserine götürdü. Komiser’in olaydan haberi vardı. Ne de olsa sıkıyönetimden aldığı bilgileri içinde sır gibi tutan Zonguldak ili Devrek ilçesinden kendisine bağlı birimleri hiçbir ast memurla paylaşmayacak kadar bilinçli birisiydi.  Önce Sarı Pişoya sert ifadelerle baktı. Mağduriyetini anlayınca cebinden özenle katlanmış bez mendilini çıkarıp yüzünü sildi. Sarıpişo hıçkırarak; ‘’Babami eskerler apardi.’’(askerler götürdü)  ağlamaya devam ediyordu. Komiser tayinle geldiğinden, daha evini Zonguldak’tan getiremediğinden olacak, öz çocuğunun kokusunu almak ister gibi Sarı Pişoyu kucağına aldı. Bez mendiliyle gözlerini sildi. Makam masasının kenarındaki zile basıp, içeriye giren bekçiye; ‘’Ufaklığa sıcak bir Oralet getirin’’

Masasının çekmecesinde duran kaybolan çocukları susturmak içinde mütevazi olan maaşından ayırdığı kaymaklı Besler markalı bisküvi’yi Sarı Pişo’ya eliyle tek tek yedirdi. Sarıpişo sürekli telsiz cızırtıları polis ekipleri yönlendiren karşısına çıkan suçluları azarlayıp, müteferrikaya (nezarethane) gönderen Komiserin ona kıymet vermesi, ilk defa otoriter bir kişinin yanında yalnız başına olması cesaret vermişti. Dokuz yaşındaki aklıyla sonradan orası eğlenceli bir yer gibi gelmişti. Komiser Sarı Pişo’nun kulağına; ‘’Senin babanı niye götürmüşler biliyor musun’’ Sarıpişo ‘’Bilmiyem kuran ohidiler alıp götürdüler’’ Komiser;, ‘’Sadece kuran-ı kerim’mi vardı orada’’ Sarı Pişo yemin etmek ihtiyacı duydu; ‘’ Kuranıma, kitabıma,  kuran ohidiler’’

Komiser, kaça gidiyorsun diye sordu. Sarıpişo’’Alipaşa ilkokulu üçe gidiyem’’Komiser, ‘’Peki ufaklık Türkiyenin yönetim şekli nedir’’ Komiserin amacı ona demokrasi dersi vermekti ama ortalığın karışacağını nereden bilebilirdi ki.  Sarı Pişo ‘’Cumhuriyet‘’ diye imtihanın ilk sorusunu bildi. ‘’Peki, Cumhuriyet en önemli özelliği nedir’’ Sarıpişo İlkokulda Azize Tekiner Öğretmeninin gözlerini kısarak ani sözlülere kaldırmasına alışıktı. Zaten sınıfın değil, okulun en çalışkan öğrencilerden biriydi. Fakat Çarşı karakolunda gecenin saat ikisinde sözlüye kaldırılacağını hiç aklına gelmemişti.’’ Seçme ve seçilme özgürlüğü’’ diye cevapladı. Komiser güldü. ‘’Güzel ama en önemlisi, Atatürk ilke ve inkılâplarını öğretmeniniz anlatmıyor mu? Cumhuriyet yönetimi demokratik bir rejimdir. Yasalara, hak ve hukuka bağlıdır. Eşitlik ve laiklik vardır. Ama Babanın arkadaşları Şeriat istiyor,  Bu suç olduğu için tutuklandı.’’  Yanındaki polise döndü; ‘’Şu kuş hırsızını nezaretten getirin’’ Getirdikleri genç, Sarı Pişo’nun mahalleden tanıdığı yirmi yaşlarındaki Salih’ti ama herkes ona esas ismi ile sesleniyordu. Mahallede herkes Kuşbaz Salo diyordu. Gün boyunca evinin damından kuş uçurur, bazen Mardinkapı semtindeki bıçkın hovardalara katılırdı.

Kışın kar yağdığında at kuyruğundan kopardığı kıllarla sığırcık kuşlarını yakalayıp tutuşturduğu çalı çırpının içinde tüyleriyle kebap yapardı. Günün erken saatlerinde hararetli pazarlıkların yapıldığı Pazar günlerinde vazgeçilmez mekânı Arbedaş’da Kurşunlu Cami de kuş satardı. Taklacı, benekli püsküllü, ketme, avi baş, Memikli, Güllü, Atlas güvercinlerin en güzellerini satıldığı Kuşbaz pazarında kuş alır, kuş satardı. Komiser, Salo’ya sert bir ifadeyle ’’Geç duvarın önüne, Kasımın kuşunu sen mi çalmıştın’’  Kuşbaz Salo yüksek sesle; ‘’ Asıl o benim kuşimi çalmıştı. Ben o taklaci kuşi çoh eyi yetiştirdim. Kurşunlu cami pazarında kahverengi elli lira verdiler ben satmadım. En kötü havada yüz metre yükseğe çıhıdı. Sahatte altmış kilometre yapidi.’’  O sırada arkadaki polis lafa karışıp komiklik yapmak istedi; ‘’Mübarek kuş değil kadilllak araba sanki’’  Komiser, ‘’Şaklabanlığı kes Ahmet ‘’dedi. Kuşbaz Salo devam etti; ’’Onun damına konmiş,  Ha bu puşt damdaki pinine (kuş yuvası) sahladı, oraya alıştırdı. Kuş bahan bi daha gelmedi. Allah vekil çoh pahali taklaci bi kuşti.‘’ Komiser.’’ Şimdi boş ver olayı anlatmayı seni dinlemiştik. Peki, bu suç için senin kolunu kesseler kabul eder misin’’ Kuşbaz Salo kızmıştı;  ‘’Niye kolumi kesisiz. burasi Arabistanmi’’ Komiser demokrasi dersini çok canlı örneklerle veriyordu. Sarı Pişoya döndü.’’ Sen ne diyorsun şeriata göre kolu kesilsin mi’’ Sarı Pişonun dokuz yaşındaki karahübür kadar aklında soru işaretleri vardı, ikilemde kalmıştı. Demokrasiye inanmış bu ruh haliyle aklına ilk geleni söyledi;  ‘’Kuşi çalınan amiceyede sorsaydık’’  şivesi tam anlaşılmadığından komiserin yanındaki Antepli genç polise; ‘’ ne diyor bu’’  Genç polis gülerek; ‘’Komiserim Müştekiye de sorulup görüşünü almamız lazım diyor’’ Manisalı polis, ‘’Bence genelde halkın fikrini almak lazım demek istiyor.’’ diye lafa karışınca, Komiser; ‘’Sen sus Ahmet ‘’dedi, ona ters ters baktı.

Komiser, davacı olan bakkal Kasıma döndü; ’’ Sen ne diyorsun ‘’ Kasım sinirliydi; ‘’Siz bahan bi sator verin, bu kaveşenin.yalnız koluni degel, buni kuşbaşı yaparam.’’ dedi. Salo altta kalmadı; ‘’Ula kahpe ogli, ben bi ayda çıharam senin ciğerin çıharıram şişe dizerem, araya kuyrug yagı koyaram, ataşın üzerine ataram.’’  komiser bağırdı. ‘’Susun, ulan’’ İş kötüye gidiyordu. Zonguldaklı Komiser, küçücük çocuğa ders vermek isterken işler Arap saçına dönmüştü. Tekrar Sarı Pişo’ya döndü demek ki şeriat iyi bir “şey değil, mahkemelerin kararına saygı duymak lazım. Sarıpişo’da bir cevap vermek gerektiğini hissetti; ’’Babamın ortağı Bedros Amice deyiki, Hem nalına hem mıhına vurmah lazım. Herkese söz vermah lazım deyi’’ Manisalı polis tekrar lafa karıştı. ‘’Efendim efkârı umumiyetin. (kamuoyunun)  tümünün fikrini almak gerekir diye ima ediyor.’’  Komiser iyice kızmıştı; ‘’Ahmet bu ufaklığın konuştuklarını hükümet beyanı gibi resmi açıklamaya çevirip tercüme etme şimdi sana dalacağım.’’ Komiser Sarı Pişo’yu ikna edemeyince önceleri iyi davranmasına rağmen,  eski sakin halinin yerine üst üste sigaralar yakıp burnundan soluyordu. Gece yarısı demokrasi dersi hüsranla bitmişti. Komiser son noktayı koydu; ‘’Ufacık bir boyu var, türlü türlü huyu var. Zaten bir insanın poposu yere yakınsa ondan korkacaksın. Bu velet’ten korkmaya başladım. Yüksek mektep bitirse bu kesin anarşist olacak’’ Bekçiyi çağırdı; ‘’Bu çocuk evini biliyormuş götürüp ikametine teslim et. Aile efradına da bilgi ver. Marangozlar çarşında bulduk ağlıyordu. Babasının Tarikat üyeliğinden gözaltına alındığını söyle’”  Sarıpişo karakoldan ayrılırken hala nezarethaneden Salo’nun  sesi geliyordu; ‘’Ne ceza verseniz umurunda değil, Elli elli yüz biz Diyarbekirliyiz, kelepçe kol saatimiz, hapishana evimiz’’

Peki babama ne oldu diye sorarsanız? O gece tutuklanmalar çok olduğundan Babam Yenişehir sineması yanındaki Orduevi sinemasına götürmüşlerdi. Babamın bir pantolon diktiği Albay onu tanımıştı.

Hayrettin Usta ne yapıyorsun burada’’ diye sordu. ‘’Valla komutan Beg ne olduguni anlamamışam, dini sohbet var dediler, ilk defa bir eve gittim kolumdan tuttular buraya attılar’’ Albay Üstegmene dönerek;  ‘’Siz de işi iyice abartınız sokakta her gördüğünüzü getiriyorsunuz. Yakında bu sinema salonu da yetmez, yanına bir de opera salonu açalım, Ben ayda bir kez içiyorum, Bu adam her gün içiyor, bundan Tarikatçı olursa benden de Müftü olur’’ Albay elini Terzi Hayrettin’in omzuna attı; ’’Gel odamda bir çay içelim, ‘’ Albay üzgün terziyi nizamiye kapısına kadar uğurladı. Uzaklaşan Terzi Hayrettin’e ’’ Usta yeterince ağırlayamadık, tekrar bekleriz’’ sonrada kurduğu cümleyi düzeltmek istedi; ‘’Yani buraya değil, Orduevine kahve içmeye’’ Terzi Hayrettin bir şey söylemedi döndü, acı bir gülümsemeyle yoluna devam etti.

Görseller: NTV muhabiri Nizamettin Kaplan ve Remzi Çiçek