Kutsal topraklar olarak kabul edilen ve her dinin mabedi gibi görülen Filistin topraklarında savaş neden bir türlü durulmuyor? Tarihi süreçler irdelendiğinde, birçok savaşa sahne olmuş bu kutsal topraklar ne zaman huzur bulacak? Böyle giderse daha uzun yıllar Filistin ve İsrail gerilimi kaçınılmaz hale gelecek, savaş tamtamları durmak bilmeden yoluna devam edeceğe benziyor. 

Yahudilerin kutsal topraklara gelişi Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yüksek vergi karşılığı Kudüs’ün yanı başındaki Tiberya bölgesini birçok Krala, Kraliçeye ile Padişahlara borç para veren ve Avrupa’da ilk kez bankacılık sistemini kuran Mendes ailesinden Jozef Nasi’ye tahsis edilmesiyle başlar. 

Avrupa’daki Maranlar (Zorla Hristiyanlaştırılan Yahudiler) bu aile tarafından buraya nakledilerek yaşamaları sağlandı. Kudüs ve çevresi, Kanuni’nin babası Yavuz Sultan Selim tarafından 1516‘da Osmanlı topraklarına katılmıştır. Dört sancağa bölünüp Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed olarak düzenlendi. Her Musevi için en kutsal yer Kudüs’tür. Ancak Müslümanlar da Hristiyanlar da Kudüs’ü kutsal olarak kabul ediyor.

Bu kısa tarihi bilgileri hatırlattıktan sonra, İsrail ve Filistin sorununun temelinde yatan gerçeklik Filistin’in kurum ve kuruluşlarıyla bağımsız bir devlet kurulmasına olanak tanımayan İsrail’in kati, acımasız, baskıcı ve yok etme politikalarından kaynaklanıyor. Birçok kez Haçlı seferleriyle adeta yok edilmek istenen kutsal topraklarda son noktayı koyan yüzbinlere varan ordusuyla Kudüs’ü fetheden Kürt lider Selâhaddin Eyyubi’nin akınlarıyla kurtuluş bayrağını göklere çekmesiyle son bulur. 
 
Gel gör ki, bu topraklarda kıyım, kan ve göz yaşı dinmek bilmeyen serüvenini kaybetmeden devam ediyor. İsrail’in 14 Mayıs 1948’de kuruluşunu ve bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte defalarca Mısır, Suriye, Lübnan gibi Arap topraklarına saldırıları dinmez bir hal aldı. Filistin’i ise yok etme politikası gütmekten kendini alamaz pozisyonunu her daim korudu, korumaya da devam ediyor. 

İran destekli Hamas’ın son roketatarlı ataklarıyla adeta doruk noktasına ulaşan ve İsrail’in ‘’Savaştayız’’ açıklaması bütün şiddetiyle sürerken, şu ana kadar her iki taraftan da yüzlerce insanın ölümüne binlercesinin yaralanmasına yol açmış durumda. İsrail’in sağcı faşist lideri Netanyahu, her iktidara gelişinde savaş, kıyım ve yok etme politikalarını da sahneye konmakta gecikmiyor. Temel hedefi az olan toprak yüzölçümünü savaş tamtamlarıyla ne kadar genişletebilirim mantığının da gerçekliğini unutmamak gerekir.

Burada unutulmaması gereken en önemli unsur da İran denklemi. Her defasında İsrail ile politik gerilimi olduğunda Filistin ile İsrail’i karşı karşıya getirmekten kendini alıkoymuyor. İsrail-Filistin savaşından kârlı çıkmak İran’ın hep süregeldiği politikaların başında geliyor. 

Umarım İsrail’in bir kara harekâtına kalkışmaması. Hele ABD’nin desteğini arkasına alan bir İsrail’i düşünmek dahi istemiyorum. Bu kalkışma Ortadoğu ve dünyada büyük kırılmalara yol açacağı gibi onarılması zor pozisyonları da beraberinde getireceği gerçeğini unutmamak gerekir. 

Aslında Yahudilerin karşısında Hitler soykırımı ve yok etme politikası tarihi gerçekliğini korurken, Filistin halkının bağımsız ve özgür iradesine bu denli acımasız davranmasını da kabullenmek mümkün değil. 

Yok etme politikası bir insanlık suçudur. Kimden ve nasıl gelirse gelsin lanetlenmesi gereken adımları içerir. Tarih soykırımları affetmez, özgür iradelere pranga vurulmasını affetmez. 

Her ne pahasına olursa olsun bu savaş durdurulmalı. Sorumluluk da en çok özgürlükleri dillerinden düşürmeyen ve kendilerine büyük devletler yakıştırmasını layık gören ülkelere düşer.