Türkiye’de siyaset kulvarı her geçen gün yönünü tamamen kaybetmiş görünüyor. Keyfi uygulamalar, dediğim dedik, çaldığım düdük misali her türlü değer yargıları ayaklar altına alınmış, ok yaydan çıkmış gibi savrulmaya başlanmış.

Devletin tüm kurumları adeta birbirleriyle yarışmaktan kendilerini alamıyor. Emniyet’te başlayan iç operasyonlar, çete savaşlarındaki kirli savaşların gün yüzüne çıkması gibi. Kim kimin adamı, kim kimi koruyor tam anlamıyla bir muamma. Bunun çözümü de hayli zor görünüyor. Gammazlık her daim galip geliyor.

Hukuk ve adalet desen yerlerde sürünüyor. Savcılık iddianameleri bırakın ayları, yıllar yılı sürüyor. Bir davanın açılması ve yargılanmalar da belirsizliğini koruyarak sürüp gidiyor. Yargılanmalar da bitmek tükenmez yıllara yayılıyor.

Uzun yargılamalar sonucunda sağlık sıfatıyla yargılanan bireylere biçilen cezanın on katını yatan şahıslar salıverildiğinde heba olmuş yılların bedelinin ne olacağını kestirmek de beyhude, yanına kar kalıyor.

Kobani Davası diye adlandırılan ve iddianamenin temelini oluşturduğu savıyla yıllarca gündemde tutulan Yasin Börü’nün de aralarında bulunduğu ve 46 kişinin ölümü ve yaralanmasına ilişkin suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle 36 sanık hakkında beraat kararı verdi. 24 sanık hakkında ise farklı suçlamalardan toplam 408 yıl 3 ay hapis verildi.

Davada en yüksek cezayı ise HDP eski eş başkanlarından Selahattin Demirtaş’a 42, Figen Yüksekdağ’a da 30 yıl 3 ay ceza verdi. 

İnsan düşündüğünde iddianamenin ne denli aceleyle bir yerlerden sipariş edildiği gün gibi ortada durduğu gözden kaçmıyor. 

İddianamenin temel neydi diye sorarsanız, Yasin Börü ve diğer ölen 6 kişinin üzerine kurulu olduğu hep dillendirildiği yönündeydi. 

Ne oldu şimdi bu olaylara ilişkin tüm yargılanan sanıkların beraat etmesi nasıl yorumlanabilir? Ben anlamakta güçlük çektim, içinden çıkamadığımı düşünürken bir anda ‘’Yeter ki ceza verilsin, gerisi teferruat’’ mantığını gördüm.

Hukuk ve adaletin tam anlamıyla işlediği ülkelerde bu tür davalar detaya inmeden, deliller gerçek temellerde ortaya konmadan, bırakın iddianame hazırlamak dava bile açılması ön görülmez. 

Yukarıda belirttiğim gibi beraat eden bireylerin hak ve hukukunu kim nasıl izah edecek. İnsan öldürmek gerekçesiyle yıllarca cezaevinde tutulan şahısların bundan sonra hukukunu kim ele alacak. 

Adaletin olmadığı toplumlar hiçbir zaman özgür olamaz. Adalet kavramı insanların özgürce kendini ifade etmesi, kültürünü, yaşam biçimini dile getirmesi de değil mi?

Davanın karar bağlanmasının adından TV kanallarında konuşan hukukçuların değindiği konu İstinaf Mahkemesi’nin yeniden yargılanma yolunu açması ve Yargıtay’ın da bunu onaylaması savıdır. Olur mu, olur da olmaya bilir de. Ama gerçek delillerle yola çıkılmayan bir davanın öyle geçiştirilmeyle karara bağlanması insanları vicdanında azaplara yol alacağı gerçeğidir. 

Var sayalım yukarıda izah ettiğim gibi yeniden yargılanma yolu açıldı ve Demirtaş ile birlikte tüm sanıklar beraat etti. Ne olacak o zaman ödenen bedeller, kaybolan yıllar kimler tarafından telefi edilecek. Hiç kimse, hiçbir kurum, hiçbir siyasi erk.

Yoksa şunu mu diyecekler bakın dava beraatle sonuçlandı, ülkemizdeki hukuk ve adalet her şart altında tecelli ediyor.