Ortadoğu adeta mazlum halkların kaderinin bütünleştiği bir coğrafya. Dünya kurulduğu andan itibaren hemen hemen her bölgede savaşlar kaçınılmaz bir hal alırken, Ortadoğu bambaşka bir savaş ve gözyaşı çemberinin içinden kendini kurtaramamanın azabı içinde kıvranıp durur. 

Bu coğrafyanın halkları birbirini boğazlamaktan, kan akıtmaktan, soy kırım ve şiddet uygulamaktan kendilerini alamadıkları gibi kaderlerini ve geleceklerini de kendi elleriyle birilerine ipotek etmek için adeta bir yarış içindeler. 
Despotizm ve göreceli demokrasinin iç içe geçtiği, hatta dönem dönem birbirlerini destekler görünümleri artık dünyanın birçok ülkesinde kendini hissettiriyor. 

Ortadoğu ekseninde ise durum bundan farksız olmamasına rağmen, ulus devletlerinin tortularını hayata geçirmek için diktatörlüğe dört elle sarılmaktan kendilerini alamayan irili ufaklı kabile devletleri kan akıtmaktan, soy kırımdan bir türlü vazgeçmezler.

Son birkaç gündür Hamas ile İsrail’in karşılıklı saldırıları binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olurken, bazı aktörlerin de hemen sahneye çıkması kafalardaki soru işaretlerini artırmaktadır. Mesela İran. İsrail ile en ufak bir sorun yaşadığında Hamas devreye girmekten kaçınmaz. Birbirleriyle ideolojik temelde pek anlaşamayan Lübnan Hizbullah’ı da Hamas’a destek için saldırılarını yoğunlaştırınca, ortam bir anda hava ve kara savaşına dönmekte gecikmedi. 

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bile bu eylemi üstü örtülü bir şekilde de olsa eleştirel tavırları ve tarafları sükunete davet eder duruşu hafızalardaki yerini aldı bile. Ne olacak peki? diye sorabilirsiniz. 

Yıllardır süren Filistin ve İsrail çatışmasının birbirlerini tanıyan iki ayrı bağımsız ve özgür devletler olarak yollarına devam etmesinden geçer diye düşünüyorum. Bu devletlerin kurum ve kuruluşlarıyla hayat bulduğunda irili ufaklı örgütlerin de durulmasını beraberinde getireceğinden kuşkum yok. 

Unutmayın halklar özgür ve bağımsız oldukları sürece savaşlar da yavaş yavaş bertaraf olma yolunda ilerleme göstermek zorunda kalır. Bırakın artık halklar özgür iradelerini hayata geçirsin, yaşamlarını, dillerini özgürce kullanabilsinler. 

George Orwell’in 1984 bilim kurgu romanında dillendirdiği gibi, ‘’Büyük Biraderin Gözü Üstünüzde’’ söylemi bugünkü süper devletlerin tavırlarına güzel bir örnek oluşturmaktadır. Biraderler bırakın artık halkları gözetlemeyi, dünyayı kan çanağına çevirmeyi, yiye yiye doldurduğunuz mideleriniz patlar, kanser bedeninizi ele geçirir ve altında kalan sizler olursunuz.  
 
Dediğim gibi Ortadoğu bir gayya kuyusu. Her türlü ajanın cirit attığı, yer yer halkları kışkırttığını ve husumete yol açtığı kanlı eylemlerin planlayıcısı ve finansörü olduğu artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Örnekleri çok. Mesela Suriye, Irak, Lübnan, hatta İran. Bazen bir karış toprak bahane edilerek, bazen nereden geldiği bilinmeyen bir füze ateşlenmesi, barut fıçısı üstünde oturan halklar birbirilerini boğazlamayı bırakın da hemen savaş tamamlarını harekete geçirmekten kendilerini alamazlar. 

Hafızamın derinliklerinde bir türlü unutamadığım bir Arap yaşlı dede ile torunu arasında geçen iç burkan, insanları başka diyarlara sürükleyen Harese muhabbetidir.

Yaşlı dede, kapısının önündeki basamakta başını bastonuna dayayarak derin düşüncelere dalmışken, o torun bir anda ‘’Dede ne oldu?  Bir sorun mu var? Çok dalmışsın?’’ der demez dede, derin bir soluk aldıktan sonra torununa ‘’Otur bakalım, sen Harese nedir bilir misin oğlum, kulaklarını iyi aç da dinle bak’’ 
Dede başlar anlatmaya, ‘’Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca, bu devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doymaz. Ortadoğu’nun adeti budur. Tarih boyunca birbirini öldürür, ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur’’ ,

Maalesef kaderlerini, geleceklerini, yaşamlarını başkalarına adeta teslim etmiş olan Ortadoğu halkları ne zaman ki, kendi kanıyla sarhoş olmaktan kurtulursa işte o zaman özgürleşmeyi başarmış olur.