Ünlü halk ozanı Âşık Veysel Şatıroğlu hasta yatağında bitkin yatmaktadır. Âşık Mahzuni Şerif elinde sazı, Sivas'ın Sivrialan Köyüne onu ziyarete gider. Kız kardeşi Âşık Veysel'e Mahsuni'nin geldiğini söyler. Aşık Veysel ayağa kalkar. Yanındakiler şaşırırlar. Çünkü Âşık Veysel o güne kadar kimseyi ayakta karşılamamıştır. Veysel'e sorarlar, Mahzuni'yi neden ayakta karşıladığını, Âşık Veysel'in cevabı çok açıktır:

"Susun gelen, Pir Sultan olsa gerektir!"

Derler ki Âşık Veysel “nerelisin” sorusuna yanıtı tam bir Âşık kültürüdür;

“Horasan'dan Tunceli'ye göçen

Ağuiçen aşiretinden geldim (Ağu:zehir)

Tevellüdüm merak ise miladî otuz dokuz

Kasımın on yedisinde Zeynel babadan geldim.

Döndü anaya rahmolmuş, ehlibeyt meftunuyuz

Ben faninin acısına, seyrü sefadan geldim"

Fotoğraftakiler: İsmail İpek, Mahsuni Şerif, Veysel Şatıroğlu (1972 yılı Sivas)

Âşık Mahzuni Şerif Bağlamaya amcası Âşık Fezai (Behlül Baba) sayesinde merak saldı. Köy meclislerinden etkilense de halkının acz içinde olmasından rahatsızlık duymaya başlamıştı. Cemlerden ahlâk dersleri alırken, kafasında Âşık dizeleri yazmaya başlamıştı.1939 yılında Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinin Berçenek Köyü’nde dünyaya gözlerini açar Mahzuni Şerif, Alembey köyündeki Lütfi Mehmet Efendi Medresesinde Kur'an- Kerim eğitimi alırken köylerine ilkokulun yapılmasıyla medrese eğitimini bırakarak ilkokula başladı. 1955 yılında Mersin Astsubay Okulu’nda başlasa da ozanlık sevdası yüzünden okulu terk etti.1960’ta eşi Suna’yı kaçırıp 6 ay köyünde kalan Şerif, bu sırada okulu Balıkesir’e nakledildi. Okul komutanının çabası ile yeniden okula dönen Aşık Mahzuni, 6 ay devamsızlık yaptığına ilişkin bir ihbar üzerine okuldan atılınca yeniden köyüne döndü. 1964 yılında ilk plağı ile müzik piyasasına girdi. Bir süre Gaziantep’te ikamet ettikten sonra, Ankara’ya taşındı.

Kendi köyünde dört defa evi yakılan; ancak inat edip memleketini terk etmeyen Mahzuni Şerif, köy kahvesinde arkadaşlarıyla oturduğu bir gün, silahlı bir grup kahveye ateş açar. Hedef Mahzuni Şerif’i öldürmek olsa da, bunu başaramazlar. Kendisine sıkılan domuz kurşunlarından biri arkadaşının tam alnının ortasına, iki kaşının arasına isabet ederek ölümüne neden olur. İşte bu acı olay üzerine Mahzuni şerif, ‘Dom dom kurşunu’ bestesini yapar.

“Hançer yarası değil, domdom kurşunu değdi”

‘Hançer yarası değil” sözü de, Hz. Hasan’ın alnına vurulan hançerle öldürülmesine bir göndermedir.Yıllar sonra Tiyatro sanatçısı Ferhan ŞensoyBenimde seyrettigim  tek kişilik “Fehangi Şeyler” gösterisinde 1990 yıllarında Hareketli olduğu için Diskolarda çalınan türküye atfen tepkisini şöyle dile getirmişti; “Mahzuni bu türküyü ağıt olarak yaktı, siz diskoda fingirdeyesiniz diye değil.”

Aktör Yılmaz Güney ile yaşadığı bir anısını da yine aynı belgeselde şöyle anlatır: Ben rahmetli Yılmaz Güney ağabeyin bulunduğu koğuştaydım. Aramızda ikişerli  bulaşık yıkama günlerimiz olurdu. Ben rahmetli Yılmaz ağabeyle düşmüştüm. Ben çatalları yıkayacaktım, kurulayacaktım; kendisi de kapları yıkayacaktı. O büyük insan, 'Mahzuni Baba sen otur, sazını eline al, ben hepsini yıkarım' dedi. O bulaşık yıkarken, ben Pir Sultan Abdal’dan “Dostum, dostum” türküsünü okuyordum. 

Âşık Mahsuni Şerif Halk şiirine gönül veren ve konuşma dilini şiirleştirmeye gönül verdi. 453 plağı, 58 kasedi ve yayınlanmış 8 adet kitabı bulunuyor. Ayrıca TRT tarafından çekilmiş 2 adet belgeseli de çekildi. 2001 yılının başlarında rahatsızlanarak kalp ve solunum yetmezliği nedeniyle yoğun bakım altına alındı. 17 Mayıs 2002 Almanya’da vefat etti.. Büyük Ozan"Yuh Yuh", "Amerika Katil Katil" ve "Köyüm Köyüm" adlı türkülerden dolayı tutuklanmış ve hapis cezaları almış olan Mahzuni, 12 Mart süresince toplam iki yıla yakın tutuklu kalmıştı; 12 Mart'tan önce hakkında otuz beş mahkeme kararı çıkartılmıştır. Ozanın yaşadığı bu olaylar, onun hayatının ne kadar zorlu süreçlerden geçtiğini ortaya koymaktadır.

“Erim Erim Eriyesin” Türküsünün Hikayesi

Erim erim eriyesin

Umudun suya dökülsün

Çölden çöle sürünesin

Sürüm sürüm sürünesin

1971 yılında askeri darbe sonucu Süleyman Demirel hükümeti devrilmiş, Nihat Erim başkanlığında bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümet sol kesime karşı şiddetli baskı uyguluyordu. Buna Deniz Gezmiş ve Arkadaşlarının asılması da eklenince Mahzuni'yi çok derinden yaralamış olan bu haksız infazları protesto için, "Erim Erim Eriyesin" türküsünü plağa okur. Savcılık soruşturma açar. Hemen tutuklanır ve 10.5 ay cezaya çarptırılır. Konunun devamını türkününsözlerini yazan Mahsuni Şerif'in belgeselindeki sözünden alıntı yapalım.

"Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasını protesto için, "Erim Erim eriyesin" diye bir Türküden yargılanırken, Mahkeme Başkanı, "Erim'in plağının çalınmasını" istedi. Olayın ilginç yanına bak! Bütün heyet, gazeteciler ve dinleyiciler herkes orada. Plağı koydular. Hâkim, yargılamayı unutmuş, kalemi almış eline tempo tutuyor! Ben de gülmeye başladım. Hâkim beni azarladı. Savcı da ona katıldı. "Bak, mahkemeyle alay ediyor, gülüyor" dedi. Siz olsanız nasıl gülmezsiniz? Sonra rahmetli Başbakan Nihat Erim'in ifadesi geldi. Tarihe not düşülmesi gereken, ders niteliğinde kısa bir ifadeydi. "Bir halk ozanı, Başbakan'ı sevmek mecburiyetinde değildir" gibi bir ifadede bulunuyor ve şikâyetçi olmadığını belirtiyordu. Erim şikayetçi olsaydı 4 yıl yerdim, şikayetçi olmadığı için 10.5 ay yattım."

Milliyet Gazetesine verdiği röportajda yasaklı dönemini şöyle anlatır; Sekiz yıl kadar ben yurt dışına gidemedim, sahnelere çıkamadım. Plak firmalarından aldığım avanslarla geçindim. Bir de küçük plakçı dükkânı açmıştım. Biraz da arazimiz vardı, işte buğdayla unla geçinip gidiyorduk" diyen ozanın bu durumu; yasaklı olmasından dolayı çekmiş olduğu maddi sıkıntıları gözler önüne serer.   

Ozanların ölünce de çilesi bitmez. Öldüğünde, Devlet Güvenlik Mahkemesindeki davası henüz sonuçlanmamıştı.

Mezarı Nevşehir'in yakınındaki Hacı Bektâş-ı Velî Külliyesinde Çilehane adı verilen yerdedir. Mezar taşındaki yazı onun hayat felsefesini anlatır.

Eğer bana gel gel olsa yüceden,

Çırpar kanadımı uçar giderim.

İsteğim yok gündüz ile geceden,

Ben bir Mahzuni'yim naçar giderim.'' yazmaktadır.

Türküler,  türküler halkın dili, gözü, yüreği olan ozanların of çekmesidir. Nice ozan halkın ozanı olma gereğini yerine getiremediği için bu gün yaşamıyor. Ama bir tanesi var ki halkın sözcüsü, halkın duyan yüreği işiten kulağı, söyleyen dili olduğu için 400 yıldır yaşıyor . Pir Sultan Abdal. Ozan olmak kolay değildir, çileli bir yaşamdan süzülüp gelen duyguların türkülere yansımasıdır. Ozan olmak uzun bir yoldur. Ama şunu iyi bilirim ki onun gibi bir sanatçı bi daha gelmeyecek bu dünyaya. Mekânın cennet olsun. Âşık Mahzuni Şerif yakın dostu çok sevdiği dostu kirvesi Erzincanlı Hüseyin trafik kazasında rahmetli olur. Mahzuni Şerif ona bir ağıt yakar. Bir gün Mahzuni’de ölür. Yüreklere dokunan türkünün halen söylenmesidir ozan olmak…

Kirvem bu yıl bu dağlarda

Sensiz yazın tadımı olur

Selamın niye kesildi

Bir selamın adı m'olur

Kirvem aman

Ne çabuk tükendi zaman…

Kaynakça: Yazar Ali Vural, Milliyet Gazetesi, Haluk Atalay